Röportaj

Mevsimlik Tarım İşçisi Kürt Kadınlar

Yeni Demokrat Kadın olarak yürüttüğümüz Eme(K)adın kampanyası kapsamında, mevsimlik tarım işçileri üzerine saha çalışmaları bulunan Mardin Artuklu Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim Üyesi Yrd. Doç. Ayşe Küçükkırca ile bir röportaj gerçekleştirdik.

– Mevsimlik işçi göçleri daha çok hangi yöreler arasında ve hangi tarımsal alanlara yoğunlaşmış durumda?

– Genel olarak söyleyebileceğim şey; mevsimlik göç tekrar eden bir olgu. Osmanlı’dan günümüze devam ediyor. Fakat şu anki durumuyla kastettiğimiz mevsimlik göç, özellikle de 90’lı dönemlerde zorunlu göçle beraber bir kırılma yaşadı. Mevsimlik göç ve mevsimlik işçi sayısı arttı. Bununla birlikte işçilerin koşulları da değişmeye başladı. Genel olarak Urfa başta olmak üzere Kürdistan’ın her yerinden gerçekleşiyor.

Fındık toplamak için Karadeniz’e, pamuk toplamak için Aydın’a, soğan toplamaya Polatlı’ya gidenler var. Bunların üçünü de yapanlar var. Bunların dışında Bursa’ya şeftali, Ankara’ya soğan, Malatya’ya kayısı, Adana’ya pamuk için gidenler var.  Bana göre işin en çarpıcı kısmı, bazıları 2 aylığına göç ederken; bazıları 11 ay bu işi yapabiliyor. Bu yüzden ben bunu şu şekilde ifade ediyorum: Evsizleştirme siyaseti ile karşı karşıyalar. Çünkü 11 ay göç halindeysen ev olgusu kalmıyor.

 

“Taşıma şekilleri birbirinden tehlikeli”

– Mevsimlik tarım işçilerinin yolculukları sırasında birçok kaza meydana geliyor, bu yolculuklarda yaşanan sıkıntılar nelerdir?

– Mevsimlik işçi göçleri, toplu taşımalarla üç farklı şekilde gerçekleşiyor. Gözlemlediğim kadarıyla en şanslıları- ki eğer şanslılarsa, trenle gidiyorlar.

Gardan çavuşları/dayı başları toplu bilet alıyor. Orada da rüşvet olayları gerçekleşiyor, dayıbaşı biletleri alıp karaborsadan işçilere satıyorlar. Böylelikle işçiler, bileti TCDD’den alacaklarından daha pahalıya alıyorlar. Ama yine de en güvenli yolculuk şekli bu, bu şekilde sadece sıkışarak gitmiş oluyorlar.

Bunun dışında bir diğer yolculuk şekli transitle yolculuk. Kazalar daha çok transit yolculuklarda gerçekleşiyor. 14 kişilik transitlerde, 20’şer kişilik gruplar halinde yolculuk yapılıyor. İşçilerin dışında yatak, yemek, giysi ve hatta kimi zaman tavuk alınıyor. Bu şekilde aşırı yükle yola çıkılıyor, bu da kazaları getiriyor.

Üçüncü yolculuk türü ise kamyon arkasında gerçekleşiyor. Burada transitteki kadar kaza yaşanmıyor; ancak koşullar çok kötü. İşçilerin üstüne branda kapatılıyor, çünkü bu şekilde yolculuk yapılması yasak. İşçiler üç saatte bir nefes almak için durduklarını anlatıyorlar.

Bu koşullarda 20-30 saat süren yolculuklar yapılıyor. Son dönemde ise 2010’da yayımlanan Başbakanlık Genelgesi’nde bu şekilde yolculuk yasaklandığı için işçiler transitle gidemedi. Başbakanlık genelgesinde yasaklanan hususlar belirtilmesine rağmen, alternatifler sunulmamış. Mevcut taşıma şekilleri bunlar, fakat hepsi de birbirinden kötü.

 

“Kadınlar için bitmeyen bir döngü”

– Mevsimlik tarım işçilerinin, özelde de kadın işçilerin yaşadıkları sorunlara dair bilgi verebilir misiniz?

– Barınma koşullarından başlayalım. Çadırlarda kalıyorlar, hiçbir hijyenik koşul yok. Tuvalet-banyo yok, mutfak yok, temiz su yok. Çeşme bazen üretici tarafından getiriyor, ancak çoğunlukla getirilmiyor. Çoğunlukla çadırlar sudan çok uzak yerlerde kuruluyor. Bu yüzden de su taşınıyor ve temiz olmuyor. Ancak şöyle bir farklılıktan söz edebiliriz: 90 öncesinde, yani zorunlu göç öncesinde işçilerin koşulları daha iyiydi. Üreticiler işçileri istasyonda karşılıyorlarmış, evlerine götürüp birlikte yemek yiyorlarmış. Sosyal ilişkiler daha güçlüymüş.

Şu anda Karadeniz’in hemen her yerinde tam bir izolasyon siyaseti hakim. Bu yüzden işçiler genellikle köylerin marjinlerinde kalıyorlar. Köye girmeleri yasaklanıyor. Kamusal alanları paylaşmaları yasaklanıyor, camiye girmeleri, kahvehanelere girmeleri yasaklanıyor. İhtiyaçlarını esnaftan daha pahalıya alıyorlar.

Böylelikle garip bir şekilde özel-kamusal alan ayırımının hem kaybolması, hem iç içe geçmesi durumu ortaya çıkıyor, kamusal alan işçiler tarafından paylaşılamaz hale geliyor. Çadır alanları ise özel alan olmalıyken köyden sürekli muhtar, yerli halk vs geliyor, tehditvari konuşmalar yapıyorlar. Bu da yabancılaşmış bir sosyal alan getiriyor.

Çalışma koşullarına gelince, en problemli durum sabah 6’dan akşam 7’ye kadar süren uzun çalışma saatleri. Bir de kadınları düşündüğümüzde, sırf kadın oldukları için bu, 3 saat fazladan emeğe mal oluyor.

Akşam 7’de geliyorlar, yemek yapıyorlar, çamaşır yıkıyorlar, çocuklarla ilgileniyorlar. Erkekler bu sırada yıkanıyorlar ve oturuyorlar bir kenarda. Kadınların ise en son akşam 10’daki çay servisiyle birlikte vardiyalarını bitirmiş oluyorlar. Sonrasında sabah altıda yeniden başlıyorlar. 7 gün çalışılıyor, yani bitmeyen bir döngü.

 

“Irkçı dışlamalar yaşanıyor”

– Mevsimlik tarım işçileri daha çok köyleri boşaltılarak göçe zorlanan Kürt işçilerden oluşuyor. Kürt işçilerin ulusal kimlik anlamında karşılaştıkları baskılar nelerdir?

– Adapazarı’nda ‘köpek meydanı’ diye bilinen bir meydan var, işçilerin toplandığı alanlardan bir tanesi. Bu herkesçe biliniyor. Irkçı dışlamalar orada da kendini gösteriyor. Kürt işçiler üzerinde, 90’larda değişen koşullarla başlayan ve 2000’lerde etkilerini açıkça gösteren artan bir ırkçılık ve sosyal bir dışlama kendini gösteriyor. Ama 2010’da emniyet müdürleri ve valilerin katılımıyla yapılan ‘güvenlik toplantısı’ bir dönüm noktasıydı.

Pratiklerde değil, devlet söylemlerinde bir kırılma noktası niteliğindeydi. Bunun öncesinde işçilere ‘potansiyel terörist’ muamelesi yapılıp çeşitli gerekçelerle şehrin dışında tutulmaya çalışılırken; 2010’da açık bir şekilde ‘gerillalara yardım edecekleri’ gerekçesiyle üreticilere Kürt işçilerin Karadeniz’e alınmasını önleme hakkı tanındı. Bu pratikte pek yanıt bulmadı. Fakat bu, yeri yerinden oynatacak bir şeydi. Bir halk teröristlikle suçlanmış oldu. 2010’daki Başbakanlık Genelgesiyle işçilerin üzerindeki güvenlik önlemlerinin artırılabileceği bir kez daha belirtildi. Bu da pratikte başında jandarmaların beklediği, giren-çıkan herkese kimlik kontrolünün yapıldığı çadır alanlarına denk geliyordu. Yani 2000’lerden sonra işçiler hem söylemsel hem pratik anlamda mekansal bir dışlamaya maruz kaldılar.

 

“Emeğin karşılığının kontrolü erkekte”

– Bu sektörde bilindiği üzere ucuz iş gücü olarak kullanılan kadın emeği, diğer bir yandan da ev içi emekle çifte sömürüye maruz kalıyor. Kadınların bu noktada çalışma koşullarını ve karşılaştıkları cinsiyetçi yaklaşımları biraz açabilir misiniz?

– Bu konuda üç temel nokta mevcut. İlki kadınlar çalışma saati olarak daha fazla emek veriyor. İkincisi çoğu yerde kadınlar daha iyi iş yapmalarına karşın daha az ücret alıyorlar. Üreticilerin de dile getirdiği gibi kadınların elleri küçük olduğu için tarım işlerinde, toplama işinde daha iyi iş çıkarıyorlar, daha çevikler. Burada 90’lardan sonra değişen bir diğer durum daha ortaya çıkıyor. 90 öncesi “başak” denilen yere düşen ürün kadına aitmiş. O da artık üreticide kalıyor. Durum bu şekilde. Kadınlar hem üretimin içinde, hem yeniden üretimin içinde. Hem niteliksel olarak hem niceliksel olarak daha çok emek vermesine rağmen, daha kötü koşullarda çalıştırılıyor, daha az ücret veriliyor. Bunun yanında kazandıkları paranın kontrolü dahi kendilerinde değil, aileden bir erkeğe veriliyor.

 

“Kadınlar hem yerli halk hem de erkekler tarafından dışlanıyor”

– Mevsimlik işçi kadınların çalışma alanlarında yaşadıkları toplumsal baskı, beden denetim mekanizması ve sosyal yalıtım nasıl vücut buluyor?

– Toplumsal cinsiyete dayalı şeyler sınıfsal olduğu kadar mekansal analizle de ortaya çıkıyor. Erkek ve kadın işçiler mekansal yalıtıma maruz kalıyorlar. Ama kadınlar hem yerli halk tarafından, hem diğer işçi erkekler tarafından dışlanıyorlar. En temel durum, banyo yapılan alanların çok kısıtlı olması. Zaten kadınların banyo yapması da çok ahlaki bulunmuyor. Çünkü banyo “çıplaklık” çağrışımı yapıyor ve sık banyo yapan kadınlar uyarılıyor. Kadınların kendi hijyen koşullarını sağlamalarına izin verilmiyor.

Erkekler sınırlı da olsa köye gidebiliyorken kadınların köye gitmesi kesinlikle yasak. Yani kadınlar tam anlamıyla çadır alanlarına hapsolmuş durumda. Fındık bahçelerinde de durum aynı. Kadınlar her zaman kontrol altında tutuluyor ve erkeklerin istediği yerde çalışmak zorundalar. Kadınların kendi çalışma alanlarında hiçbir hakları yok.

– İş Kanunu’nda konuya ilişkin düzenlemeler güvencesiz koşullarda çalışmayı dayatıyor. Mevsimlik tarım işçilerinin ve esasen kadın işçilerin içerisinde bulunduğu olumsuz koşullara ilişkin neler yapılabilir?

– Yasal düzenlemelere göre 51 ve üstü işçi çalıştıran yerlerde işçiler güvence kapsamına alınmıştır. Bunun yanında işin en az 30 günlük sürekli işlerden olması gerekiyor. Mevcut durumda ise işçiler 20-30 kişilik gruplar halinde çalıştırılıyor ve üretici işi 30 günden az gösteriyor. Bu yüzden işçilerin güvencesiz çalışmasına zemin sunuluyor. Bana göre bu güvence işveren tarafından değil devletçe sağlanmalı ve finanse edilmeli. Çünkü aslında sömürü düzeni devlet-üretici, üretici-dayı başı, dayı başı-işçi, erkek işçi-kadın işçi arasında bir döngü halinde.

 

“Dernekleşme sendikalaşmaya giden bir yol olarak belirlendi”

– Geçtiğimiz günlerde Viranşehir’de Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Kurultayı düzenlendi. Konuya ilişkin çalışmalar ne düzeyde? Dernekleşme süreci nasıl ilerliyor?

– Bana göre böyle bir örgütlenmenin olması en güzel gelişmelerden bir tanesi. Biz yerelde derneği kurduk. Merkezini Mardin/Kızıltepe olarak belirledik. 7 kişi ile başladığımız çalışmalarda yer alan arkadaşların 5’i mevsimlik işçi. Hızla örgütlenme çalışmalarına başlayacağız. Mahallelerden ve köylerden doğru bir örgütlenme modeli olacak. Dernekleşme sendikalaşmaya giden bir yol olarak belirlendi. Fakat bu aşamaya gelene kadar oluşturmamız gereken sendikalılık bilincini dernekler yoluyla oluşturacağız.

Burada mevsimlik işçilerin yani öznelerin iradesinin esas olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu çalışmayla işçilerin üreticiler ve dayı başları/çavuşlarla muhatap olabilecekleri bir kurumları olmuş olacak. Bu da özneleşmenin ve örgütlenmenin ilk adımı. Sonraki aşama bir dernekler konfederasyonu ve son aşama da sendikalaşma olacak. Aralık ve ocak aylarında örgütlenme eksenli iki kurultay daha gerçekleşecek. Kadın mevsimlik işçilerin sorunları üzerine ayrı bir kurultay daha yapılması planlanıyor.

 

(Amed YDK)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu