Güncel

KADIN SORUNUNDA “ANTİ-REFORMİZM/FEMİNİZM” MASKELİ SOSYAL ŞOVENİZM -1-

“Devrimci eleştiri ciddi iştir”

Yazının başlığı Yürüyüş dergisinin 18 Mart 2012 tarihli 308. sayısında açtıkları köşede (“Solun Köşe Taşları”) yer alıyor. Arkadaşlar, açtığı bu köşe ile ülkenin “tek devrimcileri” olarak “Sol”da yaşanan “çürüme”yle mücadele edecekleri iddiasındaymış! Elinde herkesin “devrimciliğini” ve “çürüme” oranını ölçen bir aletle, işaret tabelası görevine soyunan Yürüyüş’e biz de bu yazı vesilesiyle yeni köşesi hayırlı olsun diyelim!!!

Yürüyüş, bu “hayırlı” işe, köşeyle birlikte aynı sayının 9 ve 10. sayfalarında “8 Mart Emekçi Kadınların Sömürüye Karşı Kanlarıyla Yazılan Bir Tarihtir! Kanla Yazılan Değerleri Çürütemezsiniz” başlıklı yazıda Partizan’ın(!) kadın sorununa bakış açısı ve 8 Mart’taki tutumu ile başlamış.

Yürüyüş’ün ne söylemeye çalıştığına ve buna yanıtımıza geçmeden önce yazılardaki karmaşaya açıklık getirmek gerekiyor, zira ne yazık ki Yürüyüş, kendi söylediği “Devrimci eleştiri ciddi iştir” genel doğrusunun tam aksi yönde hareket ederek eleştiri yaptığı kurumları, onların çıkarttığı yayınları birbirine karıştırmış ve neredeyse hiçbir (sözlü ya da yazılı) alıntı aynen aktarılmamış vs.

 

Yürüyüş, kadın kurumlarının ismini zikretmekten kaçınıyor

Birincisi, söz konusu eleştirilerin muhatabı Partizan değil, Yeni Demokrat Kadın(YDK)’dır. Zira Devrimci 8 Mart Platformu’ndan ayrılacağını açıklayan Partizan değil YDK’dır. Yürüyüş’ün de çok iyi biliyor olması gerekir ki, Partizan son iki yıldır bu platforma kadın örgütlenmesi YDK üzerinden katılmaktadır. Bu “karışıklığın” kendilerince bir dizi açıklaması mutlaka vardır ama ortaya her halükarda çıkan sonuç şudur ki; Yürüyüş “nedense” kadın kurumlarının ismini zikretmekten özellikle kaçınmaktadır, bu ise onun kadın sorununa ve örgütlenmesine yönelik çarpık (çürüme demiyoruz, zira başından beri Yürüyüş’ün tavrı bu yöndedir) bakışının bir yansımasından başka bir şey değildir. (Yürüyüş, ags, Sayfa 9, 11, 12)

İkincisi; doğru YDK, Devrimci 8 Mart Platformu’ndan ayrılacağını ve 8 Mart Kadın Platformu’nda yer alacağını (nedenleri ile birlikte) açıklamıştır. Ancak bildiğimiz kadarıyla DKH’ın 8 Mart Kadın Platformu’na katılacağına dair bir beyanı olmamış, zaten 8 Mart Kadın Platformu’nun içinde de yer almamıştır. (Yürüyüş, ags)

 

Özgür gelecek “dergisi” DHF’nin yayın organı değildir

Üçüncüsü; yazıda “DHF, 28 Şubat tarihli Özgür Gelecek dergisinde”ki “8 Mart’ta Devrimci Kalabilmek” başlıklı yazıdan bahsedilmektedir. Ancak burada adı geçen kurum, DHF değil, Yeni Demokrat Kadın’dır (çok istiyorsanız Partizan da diyebilirsiniz!!!) ve bahsi geçen yazı ise 28 Şubat tarihli değil, Ankara YDK imzasıyla Özgür gelecek gazetesinin 6-21 Mart tarihli 28. sayısında yayımlanmıştır. (Yürüyüş, ags)

 

Eleştirilerimiz hep vardı!

Dördüncüsü; YDK, platformdan ayrıldığını ifade etmek için katıldığı toplantıda, ayrılma nedeni olarak iki konuyu ifade etmiştir. Bunlardan birincisi, (Yürüyüş’te de yazıldığı gibi) Halkların Demokratik Kongresi ile birlikte yürüme kararımız, ikincisi ise Devrimci 8 Mart Platformu’nda emekçi kadınların sorunlarının, taleplerinin yeterince dile getirilmediği, bunu son iki yıldır vurgulamamıza rağmen bir sonuç alamadığımız eleştirisidir. Yani Yürüyüş’ün iddia ettiği gibi HDK ile yürüme kararımızı söyleyip, giderayak da bir “eleştiri” yapılmamıştır. Yazıda geçen “Biz emekçi kadınlar” ve “emekçi kadınlar” tartışması ise toplantıda dile getirilen küçük bir örnektir. (Ancak küçük dediğimize bakmayın, bu örneğin 2 toplantı boyunca tartışıldığını da hatırlatalım.) Tüm bu ve benzeri meseleler, özellikle geçtiğimiz yıl Ocak ayından itibaren başlayan tüm platform toplantılarında dile getirilmiş, eleştirilmiş, kimi zaman platform dağılma noktasına dahi gelmiştir. Bunu kendilerinin ve diğer platform bileşenlerinin de bilmemesi/hatırlamaması mümkün değildir. Hele de bu tartışmaların neredeyse tamamında eleştirilerimizin bir tarafı olan Yürüyüş, bunu hatırlamıyor olamaz. “1 yıl boyunca neredeydiniz?” diyen Yürüyüş, bu “unutkanlığı”nın, “toplantılarda bulunmayan” kitleler nezdinde dezenformasyon yarattığının farkında olmayabilir mi?

Kürsü metninde “kimden, kaç kadın şehidin ismi okunacak” tartışmasından metinden kadına yönelik şiddetin çıkartılmaya çalışılmasına ve hatta yine kendilerinin hazırladığı taslak metinden (2011 yılı hariç, zira taslak metin ilk defa başka bir kurum tarafından hazırlanmıştı)  “kadınlar ve kızlar” gibi feodal-gerici bakış açısını yansıtan ifadelerin çıkartılması için yürütülen tartışmalara kadar sayılabilecek birçok örnek vardır. Evet arkadaşlar, biz platformun tüm toplantılarında bıkmadan-usanmadan tüm bu tartışmaları yürüttük. Bunların dışında acaba daha neyi tartışmamızı istiyordunuz? Bütün toplantılar boyunca eleştirilerimizi yapmışız, tartışma yürütmüşüz, bir yol kat edebildiğimizi düşünmemişiz, ondan sonra bir yıl boyunca neden eleştirelim ki sizi?

 

Devrimci 8 Mart Platformu’ndan ayrılmamız ve Yürüyüş’ün eleştiri tarzı

Yürüyüş, Partizan için “Platformdan ayrılmak için bahane uyduruyor”, “ayrılmaya karar vermiş ama bunu söylemenin sancısını yaşıyor” demektedir. YDK olarak, hiç de böyle bir sancı yaşamadık. Hiçbir şekilde bir bahaneye ihtiyaç duymadık, “uydurmak” ise zaten tarihimizin hiçbir kesitinde literatürümüzde-kültürümüzde yer edinmedi! Direkt ve de dosdoğru platformun toplantısına katılarak bu platformdan ayrılacağımızı nedenlerimizle birlikte ifade ettik. Ama arkadaşlar, ısrarla (tıpkı bahsedilen toplantıda yaptığı gibi) bizim yerimize düşünmeye çalışıyor, politik nedenlerimizi “bahane”, “uydurmak”, “sancı” vb. ciddiyetsiz, saygı sınırını da aşarak karşısına “babasının kızını almış” da konuşur gibi konuşuyor. Bu, okuyanı “irrite” edici ifade ve sözde eleştiri tarzıyla, kendince “niyet okuyarak” (ama bunu bile başaramayarak) Yürüyüş, devrimci eleştiri dersi veriyor bize!!! Meseleleri çarpıtmadan, herkesi “çürümüş” ilan etmeden, alabildiğine yüzeysel ve de kaba belirlemelerle, geçtik devrimciliği, terbiye sınırlarını bile hiçe sayan, parmağını sallayıp “ben söyledim oldu”, “sana feminist dediysem feministsin” vb. bir tutum takınmaksızın “devrimci eleştiri” yapamayan bir dergi olarak iyi cüret doğrusu! Sizin eleştiriden ne anladığınızı ve kimselere bu konuda ders veremeyeceğinizi tüm devrimci ve demokratik kamuoyu bilmektedir; ama hayır sizin dışınızda herkes çürümüş olduğu için değil!

 

Yürüyüş, temelsiz tespitlerini kendi bile savunmakta zorlanıyor!

Bu türde bir yazıya yanıt vermeyi sadece devrimci sorumluluğumuz olarak algıladığımız için devam edeceğiz. Ama itiraf ediyoruz; Yürüyüş’ün yazısını okuduktan sonra arkadaşların hangi “eleştirisi” ile başlayacağımıza karar vermekte zorlandık. Şu belirlemeye, şu “devrimci eleştiri”ye bir bakın lütfen: Yürüyüş önce bizden bir alıntı yapıyor; Onun DHF dediği Ankara YDK (hala ısrar ediyorsanız Partizan) “… örgütlülüğümüz, başlattığı tartışma süreçleriyle beslendiği ideolojimizin ışığında ileriyi hedefleyen adımlar atmakta ve kadın mücadelemize bakışını giderek berraklaştırmıştır.” Önce alıntıyı düzeltelim; yazımızda “berraklaştırmıştır” değil “berraklaştırmaktadır” denmektedir. Yürüyüş bilerek cümleyi tahrif ediyor, çünkü alıntıdan sonra kuracağı cümleye böylesi daha uygun düşüyor(!) arkadaşların bizim cümlemizden çıkarttığı sonuç şu oluyor: “Bu tartışma sürecinde bunu görmüşler ve feminizmi keşfederek bakışları berraklaşmış.” Bunu nereden çıkarttığını sormaya gerek yok herhalde! Çünkü, Yürüyüş yazıyor! Ben dediysem öyledir! Bizim yerimize düşünüyor, bizim yerimize berraklaştırıyor, bizim yerimize bir de sonuca varıyor: Feminizm!!!

Oysa bahsi geçen cümlede anlatılmak istenen çok açık: Yeni Demokrat Kadın çalışmamızın; bu süreçte açtığımız tartışmalarla kadın sorununa yönelik bakış açımızdaki eksiklikleri, yanlışları daha net görmeye başladığımızı; bu eksiklikleri tamamlamak ve yanlışlarımızı düzeltmek için adımlar attığımızı, bunun da çalışmalarımızda giderek kendini hissettirdiğini anlatıyor bu cümle! Bu cümleden ancak Yürüyüş “8 Mart Kadın Platformu’nda yer alıyorsan feministsin” yüzeyselliğiyle , “feminizmi keşfederek bakışları berraklaşmış” tarzında bir sonuç çıkarabilirdi zaten!

Aynı tarzda bir örnek daha: Yine (her ne kadar Yürüyüş, hala DHF diye ısrar etse de) bizden bir alıntı; “Bu vesileyle kadınların özgül sorunları ve taleplerinin dillendirilmesi ve kadınların kendi bedenlerine, emeklerine, kimliklerine sahip çıkma noktasında özneleşmelerine çalışmak yerine odağına örgütlü kadınların mücadelesini oturtarak bu günü ‘örgütlü kadınların ve erkeklerin dayanışma günü’ biçiminde ele almaktadır.” Yürüyüş’ün buradan çıkarttığı kendi tabiriyle keşif ise “ÖRGÜTSÜZLÜK” oluyor! Bu alıntının neresinde örgütsüzlüğün savunusu var? Bunu sadece Yürüyüş bilebilir. Çünkü geniş emekçi kadın kitlelerinin kendi sorun ve talepleri doğrultusunda özneleşmelerini yani örgütlenmelerini merkezine aldığını ifade eden bir cümleden örgütsüzlük propagandası çıkartmak sadece ona has bir “meziyet”tir. Üstelik Yürüyüş bunu, “düzene kayışın taktik adımları” olarak ilan ederek yapmaktadır. Taktik adım derken neden bahsediyor anlamak zor ama şunu açıklıkla ifade edebiliriz ki, bizim açımızdan kadınların örgütlenmesi “taktik” değil, ideolojik ve politik bir meseledir. Ve evet, biz bu belirlemelerimizle, bu hedeflerimizle geniş emekçi kadın kitlelerine ulaşmayı amaçlıyoruz. Ama Yürüyüş, her şeyi (öyle böyle değil her şeyi) bizden daha çok bildiği için bizim ulaştığımız “tek bir yeni kesim” yoktur diyerek nereden “öğrendiğini” bilemediğimiz “bilgilerini” paylaşıyor kamuoyuyla!!! Bir de “Açıklayın bakalım… hangi geniş kitlelere ulaştınız?” diye soruyor. Biz de ona soruyoruz: Sen kimsin? Sana ne hangi kesimlere ne kadar ulaştığımızdan? Sana neyi, niçin açıklamak zorundaymışız acaba? Açıklamazsak “çürümüş” mü olacağız?

Yani kısaca Yürüyüş, cürette sınır tanımıyor, haddini fazlasıyla aşıyor, devrimci yapıların ne yaptığını, kime gittiğini, kime ulaştığını, kimi örgütlediğini bile en iyi kendi bildiğini iddia edecek kadar pervasızlaşıyor! “Ulaştığınız tek bir kesim yoktur” diyor. Gerçekten kuşandığı cüretin kaynağı konusunda merak uyandırıyor!!!

 

Yürüyüş, homofobi ve transfobiden muzdarip!

Ve aynı konu-paragraf içinde sömürücü sistemin bekasının temel dayanaklarından olan cinsiyetçi, homofobik, transfobik, heteroseksist hastalığın en bariz örneğini bir kez daha saçıyor etrafa. Şu cümleleri okuyun: “Açıklayın bakalım yeni ‘taktikleriniz’le kimlere, hangi geniş kitlelere ulaştınız? Kime ulaştınız? Lezbiyenlere mi, geylere mi, biseksüellere mi, homoseksüellere mi?” Şu dildeki homofobikliğe bakın, şu aşağılamalara dikkat edin! Devrimcilerin devrimciliğini elindeki terazisiyle ölçmek yetmiyor arkadaşlara, tıpkı sistem gibi insanların cinsel kimliklerini ve yönelimlerini de belirlemeye kalkıyor. Üstelik bunu sadece kadın sorunu ile ilgili yazdığı bu yazıyla da sınırlamıyor, devrimcilere yönelik ne zaman “çürüme” hamlesi yapsa, “gidin siz eşcinselleri örgütleyin” diyerek bu homofobik söylemlere sarılmaktan geri durmuyor.

Sen istediğin kadar gözlerini kapat, istediğin kadar hakaret et, sapkınlık-hastalık olarak yaftala, LGBT bireyler her yerde varlar, “alışsanız” iyi olur!

Biz Yürüyüş’ün tüm bu “sapkınlık”, “hastalık” vb. belirlemeleri ile ortaya koyduğu homofobik bakışını bir kenara koyarsak bu noktada YDK’nın da yapması gereken bir özeleştiri elbette var: LGBT bireylere yeterince ulaşamamanın, düzenin ve toplumun onlara yönelik nefret suçlarına karşı yeterince yanlarında olamamanın, LGBT bireyleri örgütleyememenin, düzenin üzerimize yapıştırdığı homofobi ve transfobiden tam olarak kurtulamamanın vb. özeleştirisidir bu.

Ve son özeleştirimiz de, Ankara YDK’lı yoldaşlarımızın da ifade ettiği gerçekliğe yöneliktir. Yoldaşlarımız ne diyordu: “Geçen yıla kadar bizim de yedeklendiğimiz, hatta öncesinden savunucularından olduğumuz bu anlayışı gecikmeksizin mahkum etmek gerekiyor.” Evet, bu yıla kadar Devrimci 8 Mart Platformu ile 8 Mart Kadın Platformu arasındaki ayrışmada yaşanan “erkeklerin mitinge katılması” temelinde yürüyen tartışmalarda sığ, emekçi kadın mücadelesini “mitinge erkek katılımı”na indirgeyen bakış açımızı mahkum ediyoruz. Bu tartışmada esas ve doğru çıkış noktası, tartışmanın bu sığ sulardan çıkartılması, her iki “tarafın” da kendini dayatan tutumlarının eleştirilmesi, meselenin özünün (yani kadın sorununun) tartışılması için emek verilmesiydi. Bizce şekilsel bir konu olan “erkek katılımı”nın, “devrimciliğin” veya “kadın mücadelesinin”  kıstası haline getirilmesi tamamen yanlıştı. Ancak o dönemde, bizler de aynı hastalıklardan muzdarip ve de emekçi kadın çalışmasından uzak bakış açımızla bu anlayışın savunuculuğunu yaptık.

Nitekim bakış açısındaki sakatlığın sonucu olarak Devrimci 8 Mart Platformu, 8 Mart’ın çokça ifade ettiğimiz/edildiği gibi “tarihsel ve sınıfsal özü”nün altını dolduracak yeterlikte değildi. Bugün de bu pratiğini devam ettirmektedir. 8 Mart Kadın Platformu ise, birçok eleştirimize ve eksikliklerine karşın bugün açısından kendimizi daha iyi ifade edebildiğimiz, emekçi kadının talep ve sorunlarının tartışıldığı ve miting alanına taşındığı bir platform olarak değerlendirilmekte tarafımızdan. Ve evet, içinde feministlerin (sayısal olmasa da) ağırlığına karşın durum budur…

Kadın sorununa sınıfsal bakış ve “Feminizme kaymak!”

Yürüyüş dergisi, ilk yazısında kendince kadın sorununun temelini koymuş ve 8 Mart Kadın Platformu içinde yer alan tüm kurumlarda (“hala söylemde sınıftan, sömürüden bahsedenler olsada” -Sayfa 9, 2. sütun) hakim olan anlayışın feminist bakış açısı olduğu tespitini yapmış.

Öncelikle, Yürüyüş’ün kadın sorununun temelini ortaya koyuşuna bakalım: “Emperyalizmin hakim olduğu düzende hiçbir sorunu emperyalist düzenden kopartarak ele alamazsınız. Binlerce yıldır süregelen ve çok çeşitli boyutları olan kadın sorununun bugün temelide bu emperyalist sömürü düzenidir.”(Sayfa 9, 1. Sütun) Devam ediyor Yürüyüş: “Yani kadın sorununun temeli sınıfsaldır. Kadın sorununun diğer boyutları temel sorununun çözümüne bağlıdır.”(Sayfa 9, 1 ve 2. Sütunlar)

Yürüyüş, ilk alıntıda “binlerce yıldır süregeldiğini ve çok çeşitli boyutları olduğunu” kabul etse de kadın sorununun temelini emperyalist sömürü düzeninde bulmaktadır. Oysa madem mesele sınıfsal özüne uygun konulacaktır; o vakit her şeyi yerli yerine oturtmak gerekir. Birincisi; kadın sorununun temelini emperyalist sömürü düzeninde aramak, ondan önceki bin yılları kapsayan kadının ezilmişliğini yok saymaktır. Zira kadın sorunu, en yalın haliyle kadın ve erkek cinsi arasındaki kadın aleyhine gerçekleşen, tarihsel süreçteki ilk ezen-ezilen çelişkisidir. Ve belli üretim ilişkilerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Kadın sorununun, yani kadın cinsinin ikincil konuma düşmesinin kökeni ilkel komünal toplumun son evrelerinde “fetihçi savaşçının kaçırdığı kadını özel mülkiyetine geçirdiği, kendisi için en mükemmel iş aracına, en önemli üretim aletine dönüştürdüğü, -gebelik ve emzirme döneminde koruma bahanesiyle- ortak yaşama ilişkin kaygıları ve çevreyle ilişkileri tek başına üstlendiği zamana rastlar.”(Kadın sorunu Üzerine Seçme Yazılar, Clara Zetkin, İnter Yayınları, sf. 10) Ve dolayısıyla sınıfsal özü burada (özel mülkiyette), çözümü de özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasında yatmaktadır. Ne var ki, kadın sorunu sadece tarihsel ve sınıfsal değil, aynı zamanda toplumsal bir sorundur. Yani özel mülkiyetin ortadan kaldırılması da kadın sorununu kökten çözmeyecek, ancak nihai çözüm için yolu açacaktır.

Bu elbette en genel ifadelerle kadın sorununun ilk çıkış noktasını ortaya koymaktadır ve sadece meselenin kökenine YDK’nın nasıl baktığını özetlemektedir. Daha geniş olarak meseleye nasıl baktığımıza dair, belli eklektik yönleri olsa da, hala bazı kaba yaklaşımları barındırsa da, hatta kimi yanlışlar içerse de Partizan dergisinin 74. sayısında tamamı kadınlar tarafından hazırlanan dosyaya bakabilirler. Ankara YDK’nın dediği gibi bizim meseleye bakış açımız donmuş, şu an bulunduğumuz noktayla sınırlanmış bir olgu değil, aksine yaptığımız hem politik hem de kitle çalışmalarıyla berraklaştırmakta olduğumuz bir çalışmadır.

Bu berraklaştırma işinde feminizmle bir sorunumuz, sıkıntımız var mı? Elbette var; ancak hatırlatalım; kadını köleleştiren, köleliğini devam ettiren feminizm değil erkek egemen sömürücü özel mülkiyet sistemidir. Feminizmle mücadele edeceğiz elbette ama kusura bakmayın kimse bizden feminizmi hedef tahtasının ortasına koyup sistemle ve erkek egemenliğiyle mücadeleyi sekteye uğratmamızı beklemesin. Dışımızdaki bir olguyla bizi uğraştırıp, içimizdeki düşmanı (erkek egemenliğini) görmezden gelmemizi sağlayan bu bakış açısı bize-mücadelemize yeterince zarar verdi. Bizce yeter!

Feminizmle ilgili düşüncemiz bu iken; Yürüyüş, YDK’nın kadın sorununa bakış açısını nereden ve nasıl feminizme bağladığını tam bir sessizlikle geçiştirerek, direkt sonuca(!) varmaktadır. 8 Mart Kadın Platformu’nun içinde var olan kurum ve örgütlerden bazıları “hala söylemde sınıftan, sömürüden bahsedenler olsada”, “hepsinde hakim olan anlayış(ın) feminist bakış açısı” olduğu sonucu Yürüyüş’e vahiy yoluyla mı gelmiştir? Bu konu tamamen belirsizliğe bırakılıp, feminizmin nasıl burjuva bir ideoloji olduğuna, nasıl “erkeğe karşı bir mücadele” olduğuna giriyor. Bunu yaparken bile kaba ve sığ yaklaşımlarını elden bırakmayarak feminizmi salt “erkeğe karşı mücadele”ye indirgiyor.

Bizim açımızdan sorun net ve açıktır. Biz bir kadın örgütlenmesi olarak, (Nisan 2011’de gerçekleştirdiğimiz Kurultay Hazırlık Konferansı’nda da ifade ettiğimiz gibi) kadın sorununun temelini oluşturan özel mülkiyeti, erkek egemenliğinden ayrı olarak ele almıyor, hedefi de bu iki temel üzerinden belirliyoruz. Yani özel mülkiyet düzenine karşı mücadele etmeksizin de, bu özel mülkiyet düzeninin devamının en önemli payandalarından biri olarak egemenlerce beslenen erkek egemenliğine karşı mücadele etmeksizin de kadın sorununda yol kat etmek mümkün değildir.

Özel mülkiyet düzenine karşı mücadele edilmesinde bir sorun yok, bu zaten devrimcilerin, komünistlerin varlık nedenidir. Ancak mesele erkek egemenliğine geldiğinde derhal devreye “feminizme kayılması” “kaygısı”nın, girmesi oldukça manidardır. Erkek egemenliği mi dedin, o zaman sen feministsin!!! Sen sınıfdaşlarınla, omuz omuza mücadele verdiğin erkek yoldaşlarınla da mı mücadele edeceksin? Evet, gerekirse sınıfdaşlarımızla da mücadele edeceğiz. Evet, omuz omuza mücadele verdiğimiz erkek yoldaşlarımızla da mücadele edeceğiz. Ve hayır sadece, onlarla değil, erkek egemenliğinin bilincine işlediği kadın yoldaşlarımızla da mücadele edeceğiz! Bunun anlamı Yürüyüş’ün bahsettiği gibi “Kahrolsun erkekler” demek değildir. Bu, üstelik tam da komünist ustaların bize öğrettiğidir:

Sakin teyzeler gibi mırıldanmak yok, savaşçı kadınlar olarak yüksek sesle, açık konuşmalı. … Savaşabildiğinizi gösterin! İlk planda elbette ki düşmanla, ama gerekliyse, parti içinde de…” (Lenin; Kadın Sorunu Üzerine, Marks vd., İnter Yayınları, sf. 328)(abç)

İnsanlık tarihinde, insanın insan tarafından baskı altına alınması da ilk kez, kadın cinsinin, erkek tarafından baskı altına alınmasıyla başlamıştır.” (Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni)

Aile içinde erkek, burjuvadır; kadın proletarya rolünü oynar…”  (Engels, age)

Ortaklaşa şehvetin kurbanı ve hizmetçisi olan kadın karşısındaki ilişkide, erkeğin içinde kendisi için var olduğu sonsuz alçalma kendini dile getirir; çünkü bu ilişkinin gizi kendi ikirciksiz, kesin, açık, örtüsüz dışavurumunu erkek kadın ilişkisinde ve doğal ve dolaysız cinsel ilişkinin kavranma biçiminde bulur.” (K. Marks 1844 El Yazmaları, Sol Yayınları, sf. 170)

Tıpkı emekçilerin, aylakların örgütlenmiş zorbalığında yaşayan köleleri oluşu gibi, kadınlar da erkeklerin örgütlenmiş zorbalığının köleleridir.” (Eleanor Marks, Kadınlar, Direniş ve Devrim, sf. 101)

Daha böyle onlarca alıntı aktarılabilir. Ama bunlar da yeterlidir. Ama siz tabii, denklemi “örgütlü kadın özgür kadındır” şeklinde kurarsanız, erkek egemenliğinin kendinizde hiç olmadığı gibi anti-bilimsel iddialarda bulunursanız “feminizm” suçlamasıyla işin içinden çıkmaya çalışırsınız. Yoksa Lenin’in dediği gibi “birazcık kazı”yınca (“elbette onu duyarlı yerinde kazımak gerekir”) ortaya çıkacak olan filisten*’in görünmesini istemezsiniz değil mi?!!!

* Marks, “filisten” kavramını darkafalılık anlamında kullanır. Lenin de “Evet! Ne yazık ki, yoldaşlarımızın pek çoğu için de şu geçerli: ‘Komünisti birazcık kazı, altından bir filisten çıkar’. Elbette onu duyarlı yerinde kazımak gerekir, kadın meselesiyle ilgili anlayışında. Kadınların tek ev ekonomisindeki o titiz, tekdüze, güç ve zaman tüketen ve yıpratan çalışmayla nasıl solduğunu, ruhlarının nasıl daraldığını ve bunaldığını, yüreklerinin uyuştuğunu, iradelerinin zayıfladığını erkeklerin sessizce seyretmelerinden daha çarpıcı bir kanıtı var mı bunun?” derken darkafalılığa ek olarak kabalığı, insafsızlığı vs. de ekliyor.

 

Yeni Demokrat Kadın

 

(Devam edecek. Gelecek sayı: Kızıl Bayrak’tan “reformist-liberal cereyana karşı mücadele!”)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu